2 Eylül 2008 Salı

KALMAK


Mesleğe başladığımda Zenith marka bir fotoğraf makinasını günlerce para biriktirerek ve rahmetli eniştemin desteği ile alabilmiştim.

1987 yılı olması gerek.

O tarihlerde Milliyet gazetesi Cağaloğlu’ndaydı…

2. katta yazı işlerinin devamındaki koridorda da fotoğrafhane vardı.

Akşam üzerleri anlatamayacağım kadar şenlikli olurdu.

Kimler o odada filmlerin yıkanmasını beklerken koyu sohbetlere dalmazdı ki?

Rahmetli Ali Bostancı, Yalçın Çınar, Mücahit Büber, Murat Demirel, Kürşat Yılmaz, Hüseyin Kırcalı, Cüneyt Şengül ve daha isimlerini hatırlayıp buraya sığdıramayacağım nice isim…

Benim gibi bir çömez elinde tek bir lensle kırık dökük bir fotoğraf makinası ile sözümona haber gider birkaç kare de ben çekerdim.

İlk başlarda sarma filmler lütfen verilir, idareli kullanmam istenir ama bir yandan da göz uucuyla ne çektiğime bakılıp eleştiri babında bir iki lakırdı ediliverilirdi.

Nasıl onurlanırdım anlatamam…

O karanlık odada gündüzleri uyurdum.

Akşam üzeri çaycı Felek’in getirdiği bir büyük çay ve tostla karnımı doyurur o sohbetleri dinlerdim.

O, şimdi bana yüzyıl gibi uzak gelen sohbetlerden geriye çok nadide anılar kaldı.

Geçen hafta New York’ta dünyanın en ünlü fotoğraf malzemesi satan dükkanı B&H’e gittim.

Bir lens alacağım, belki bir gövde…

Kardeşim Cüneyt Şengül’ün orada çalıştığını söyledi.

Üst kata çıktım.

Onlarca hasidik(koyu dindar museviler) arasında gözlerim Cüneyt’I aradı. Bulamadım.

Bir yahudinin yanına gidip, “Cüneyt burada mı?” diye sordum.

“Öyle biri yok” dedi.
“Turkish guy(Türk çocuk)” diyince güldü…

“Haa, jimmy…”diyip Cüneyt’I işaret etti.

Yıllar öncesinden değişmeyen nedir?

Gözler…

Aynı samimi sıcak bakışlar.

Sarıldık. Sohbet ettik…Ortak anılar bizi aldı götürdü…

Neden gazeteciliği bıraktığı, neden Türkiye’yi terk ettiğini anlattı.

Ne kadar mutlu olduğunu, Türkiye’de olan biteni nasıl gördüğünü ve ısrarla ne kadar doğru bir karar verdiğini anlattı.

Şimdi dönüp bakıyorum…Onun o sakin dünyasında, huzurlu dünyasında mı olmak...?

Coğrafya değiştirmeden terk etmek mümkün mü?

Bu bir kaçış mı?

Yıllar yıllar önce canla başla çalışan, gazetecilik için ölen, açlığa ve uykusuzluğa bu uğurda direnen o çocuktan eser kaldı mı?

Tek bir kare fotoğraf için saatlerce bekleyen, bir tek satırıyla dünyayı değişitereceğine inanan o gazeteci nerede şimdi?

Cüneyt mi mutlu? Ben mi?

Bunca yılımı bunun için mi verdim diye düşünüyorum…

Türkiye’ye; medyaya; çevreme bakıyorum…

Samimiyetle söylüyorum burada olacağımı bilsem belki de hiç kalkışmazdım.

O fotoğrafhaneye dönmek ve ağbilerime, “Ne için? Ne uğruna? Neyi değiştireceğiz ki?” diye sormak ve yanıtlarını almak isterdim.

Hayatımızda dönmemek üzere kalacağımız bir an olsa…

Muhtemelen o yılları seçerdim.

O heyecanı, o tutkuyu ve o mutluluğu…

Hiç yorum yok: